“İstanbul daha fazla tüketecek”

Kanal İstanbul’u nüfus ve kent tasarımı açısından değerlendiren akademisyen Hossein Sadri, “Proje, zaten bir tüketim şehri olan İstanbul’u daha da fazla tüketen bir yer haline getirecektir” diyor

Dokuz yıl önce açıklanan ve son bir aydır gündemden düşmeyen, çalışmaların yüzde 60’ının 2023 yılına kadar sonlandırılmasının hedeflendiği Kanal İstanbul güzergahında yeni yaşam alanlarının kurulması planlanıyor. Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, Kanal İstanbul’un iki yakasında 500 bin nüfuslu bir kentin dizayn edileceğini açıklamıştı. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ise projenin gerçekleşmesi halinde İstanbul’un nüfusunun 1.2 milyon kişi artacağını söylemişti. Geçtiğimiz yaz tatilinde Tasarım Atölyesi Kadıköy’de mimarlık öğrencileriyle “İstanbul’u Kentsizleştirme” atölyeleri düzenleyen Dr. Hossein Sadri ile kanal projesinin İstanbul’un nüfusunu nasıl etkileyeceğini konuştuk.

Kentsizleştirme ne kadar kentleşmenin sebep olduğu sosyal ve ekolojik bozulmaya işaret etse de en temelde çağımızın etik krizini sorunsallaştırıyor. Yani bir taraftan insan türünün yeryüzüyle ve yeryüzündeki tüm canlılarla etkileşim biçimini, diğer taraftan da insan türü içerisinde bir neslin diğer nesillere etkisini ve yapmaması gerekenleri, hem de aynı nesil içerisinde farklı birey ve grupların bir birlerine karşı davranışlarını etik açıdan değerlendiriyor.

Bu perspektiften baktığımızda, Kanal İstanbul projesinin kentsizleştirme açısından değerlendirilmesiyle iki önemli soruya cevap bulmak mümkün. Birincisi bu projenin yeryüzüne ve yeryüzündeki canlılara etkisi, ikincisi de gelecek nesillerin yaşamına etkisi. Bu sorgulamanın birinci kısmı çok tartışıldı ve önemli bilimsel raporlar da hazırlandı. Bu projenin ekonomik olarak maliyeti ve beklenen ekonomik çıkarlarının kimlere fayda sağlayacağına bakmak gerekiyor. Bu proje bizim neslimizin geleceğe yatırımı mı? Yoksa gelecek nesillerin cebinden bizim neslin çıkarları için mi yapılıyor?

OLMASI GEREKENİN 10 KATI NÜFUS!

Projenin yapılış şekli ve sebebine bakıldığında büyük bir kaynak tüketimine sebep olacak bir proje olarak görünüyor. Burada çok büyük bir kazı ve inşaattan bahsediyoruz. Bunların elbette hem sosyal ve hem de ekolojik maliyetleri çok yüksek olacak. Bu projenin çıktıları bir taraftan topraksızlaşma, iklim değişikliği, sosyal adaletsizlik, kirlilik ve ekosistem bozulmaları olacak. Diğer taraftan da pozitif olarak görünen ne yazık ki para ve güçtür. Bu nedenle de zaten bir tüketim şehri olan İstanbul’u daha da fazla tüketen bir yer haline getirecektir. 

Proje biterse, kısa vadede bu alanların suni bir cazibe merkezi olarak değerlendirileceğini ve bunun da nüfus hareketliliğini artıracağını düşünüyorum. Ancak birkaç nesil sonrası için özellikle oluşturacağı ekolojik sorunlar ve tamamıyla petrol ve fosil yakıtlara bağımlığı nedeniyle bu alanların cazibesini kaybedeceği ve doğaya terk edileceği kanaatindeyim.

Daha farklı politikalar oluşturulmadığı takdirde ve Kanal İstanbul gibi çok büyük maliyetli projeler İstanbul odaklı yapıldığı müddetçe, İstanbul tüm Türkiye’yi ve hatta çevredeki ülkeleri yemeye ve aşırı büyümeye devam edecek. Yapılan bazı araştırmalar bu sayının 30 yıl içerisinde 50 milyona ulaşacağını yazsa da, ben İstanbul’un coğrafi ve ekolojik yapısı nedeniyle 25 milyonun üzerinde büyüyemeyeceğini düşünüyorum. Bizim Kentsizleştirme Tasarım Stüdyosu (De-Urban Design Studio) olarak hesaplamalarımıza göre İstanbul sadece 1,5 milyon kişinin dengeli ve dirençli yaşamasına uygun. Yani şu an olması gerekenin 10 katı nüfus barındırıyor. Bu aşırı büyüme bir aşamadan sonra hem ekolojik ve hem sosyal büyük felaketlere sebep olan ve tedavisi de çok ağır olan bir hastalığa dönüşecek.

“KENTTEN DEĞİL ŞEHİRDEN YANAYIZ”

Şehrin batıya doğru kaymasını sağlayarak aşırı büyümesine, merkezsizleşmesine, bir ucundan diğer ucuna seyahat edilemez hale gelmesine sebep olacak ve bununla birlikte şehir birçok parçaya bölünecek. Yani şimdi neredeyse oluşmuş olan, çok farklı İstanbullar daha da artacak. Anadolu ve Avrupa yakasındaki yaşam git gide daha kopuk hale geliyor. Boğaz’a ve Marmara Denizine yakın bölgelerdeki yaşamla, otobanlarla çevrili bölgeler arasındaki yaşam arasında uçurum daha da derinleşiyor. Kimisi kullanışsız peyzajlarla kaplı, AVM’ler ve hipermarketlerde zaman geçirirken, kimisi ise her şeyin yürüyüş mesafesinde olduğu, deniz ile iç içe bir İstanbul’da hayatını sürdürüyor. Burada büyüyen çocuklar daha farklı yetişiyor. İnsanlar arasında onları birbirine bağlayan bağlar git gide daha da azalıyor. Tüm bunlar derin sosyal sorunları ve ayrışmaları beraberinde getiriyor.  

Kesinlikle. Biz Kentsizleştirme Tasarım Stüdyosu olarak kentleşme ve şehir arasında büyük farklılıkların olduğundan bahsediyoruz. Şehirlerin tarihi yaşam alanları olarak, nesiller ötesi bir işbirliğiyle oluştuğunu ve ekosistemin bir parçası haline geldiklerini söylüyoruz. Ancak kentleşmenin bir yıkım makinesi gibi kısa bir zamanda büyük etkilerle gerçekleştiğini, hızı ve şekli nedeniyle sosyal yapıların dahi inşa edilmesine imkan sağlamadığını düşünüyoruz. Tam da buradan hareketle kentleşmeye karşı, ancak şehirlerden yanayız. Bugün dünyada hem ekolojik hem de anti-kapitalist hareketlerin de çok önemsediği küçük şehirler ve hatta kasabalarda şehir yaşam kalitesini sağlamayı hedefleyen bir akım var. Yani buralarda yaşayanlar için, eğitimden kültürel aktiviteye, sağlıktan yaratıcı faaliyetlere her alanda metropollerde yaşayan insanlar kadar hatta onlardan daha fazla erişimi sağlamak. Böyle bir gelişme modeli elbette ki hem daha sağlıklı topluluk yaşamlarına imkan sağlar, hem daha özgür insanlar yetiştirir, hem de daha çok doğayla ve yaşamla iç içe bir insan yaşamının zeminini hazırlar.

Böyle bir yaklaşımın olması için felsefi bir altyapı olmalı ancak bu eksik bence. Yani dünya görüşü, kendimizi ve dünyamızı algılama biçimimiz. Sorumluluklarımızı bilmek ve yapabileceklerimizi etik çerçevesinde doğru değerlendirmemizde ciddi eksiklerimiz var.

Mevcut planlama ve tasarım disiplinlerindeki anlayışlar çoğunlukla kısa vadeli ve bizim neslin çıkarlarına endeksli. Biz şehri en az 3 nesil sonrası için tasarlamaktan yanayız. Yani kısa vadeli çıkarlardan vazgeçip, uzun vadeli yararları göz önünde bulundurmaktan. Dünyamızı önceki nesillerden teslim aldığımız için daha yaşanabilir olarak bir sonraki nesillere teslim etmeye çalışmalıyız.

Bir yanıt yazın